Alevi – Bektaşi – Kızılbaş toplumu son senelerde gerçekten Avrupa’da olsun Türkiye’de olsun çok büyük işler başardı. Yalnız bir nokta ihmal edildi, o da inanç! Çok geç başlandı. Bu nedenle bugün atılan adımı gerçekten çok önemsiyorum. Tekrar etmek istemiyorum, büyük göçlerden sonra neler kaybettik? Ona kısaca değineceğim ve çarelerin neler olacağını belirtmeye çalışacağım. Göçler sonucu şehirlere geldik, yurt dışına çıktık, maddi yönden tabi ki kazancımız oldu ama manevi yönden kaybımız çok fazla. Bizi bugüne getiren erkânımızı, Yolumuzu kaybettik, unuttuk, unutturulduk. Ocaklarımızdan koptuk, dede talibinden talip dedesinden koptu. Diğer inançların etkisi altında kaldık ve onları taklit etmeye başladık. Değerlerimiz özünden koptu ve gençlerimize ‘biz böyleyiz’ dedik. Hem gençlerimizi hem de kendimizi kandırdık. Yolumuzu, erkânımızı çocuklarımıza aktaramadık.
Osmanlı’nın 16.yy’dan başlayarak Alevi–Bektaşi-Kızılbaş toplumunu ‘böl-parçala-yönet’ politikasının sonucu olarak oluşan ve aslında birbirinden çok da farkı olmayan Babagan-Dedegan-Çelebi kollarını bir araya getireceğimiz yerde ayrılığı daha da derinleştirdik.
Dergâhlarımız kapatıldıktan sonra yerini dolduracak eğitim kurumları inşa edemedik. Kadro kuramadık, eğitimci yetiştiremedik. İkrar, görgü, birlik, dardan indirme cemlerini unuttuk. Aleviliğin ol- mazsa olmazı olan semah folklorik bir dans olarak görüldü. Hakk’a yürüme, nikah, isim verme vb. erkânlarımız ne yazık ki bugün çok az uygulanır oldu. Komşu inançların erkânlarını taklit etmeye başladık. Yine onların etkisinde kalarak kadınları geri plana attık, gücendirdik ve inancımızdaki eşitlik ilkesini kendi elimiz ile bozduk! Lisanımız bozuldu, kendi yol dilimizi unuttuk, kullanmıyoruz. Peki ne yapacağız, çare ne? Öncelikle mahalle cemevlerini yapmalıyız. 50-60 kişilik birbirlerini tanıyan insanların orada cem yaparak gönül birliği sağlaması lazım. Önce muhabbet; yolun tanıtılması, sonra cem ve cemde yine muhabbete zamanın ayrılması. Bunun için sermaye sorun olursa gerçekten çok büyük bir hazinenin üstünde oturuyoruz. Alevi-Bektaşi toplumunun sözlü geleneği olan deyişler, duazlar, nefesler ve devriyeler fazlasıyla yeter.
Önceki zamanlarda zakir söyledikten sonra kamiller kendi aralarında bunun muhabbetini yapar, açıklamalarda bulunurlardı. Anlamayanlar, ilk başlayanlar da bir okul gibi oradan yolumuzu, erkânımızı öğrenirlerdi. Ama şimdi şekilciliğin hâkim olduğu büyük cemlerde birbirini tanımayan insanların bir araya gelmesi ve “cem yaptık” zannetmeleri ne yazık ki acı sonuçlardan birisidir.
Bunun yanında çok önemsediğin bir konu var: Genç annelere yolumuzu acil ve hızlı bir şekilde öğretmek ve anlatmak zorundayız. Yoksa gelecekte inancımızı yürütecek insanları bulamayacağız. Çocuklarımız gidiyor, bir daha geri dönmemek üzere. Aleviliği annelere öğretmemiz lazım ki okuldan gelen çocuklara Yolumuzun ne olduğunu öğretsin. Çünkü çocuklar üzerinde annelerin etkisi çok büyüktür. Bu çok acil yapılması gereken işlerden birisidir.
Dostlar,
Alevi olunur, doğulmaz. Gönlüne aşk giren gelir, kurulan meydanda ikrarını verir ve Alevi olur. Bunun için de ikrar önce kendine olur, karar verirsiniz ikrar vermeye ve sonra da İkrar Cemi yapılır. İkrar Cemi hepinizin bildiği gibi “Siz şahit olun, tanıklık edin ben bu yola gidiyorum.” manasına gelir. Alevi-Bektaşi-Kızılbaş yolunda ikrarsız yola gidilmez. Yani “Ben Alevi Bektaşi’yim” demekle olmuyor. Muhakkak ikrar vermeniz lazım. Bunu özellikle toplumumuza anlatıp uygulamamız gerekir.
Yolumuzda ikrarı Güzide Ana’nın dörtlüğü ile ifade edecek olursak:
“Sırrı men ariften nefsimiz bildik
Mürşit karşısında tövbeye geldik
Gönül ayinesini pak edip sildik
Taşradan görünür içimiz bizim.“
Budur Alevilik dostlar. Aşkı muhabbetlerimle..
Veliyettin H. ULUSOY
Serçeşme Dergisi 39. Sayı