Deyiş ve nefesler kimi yörelerde ‘Deme’, ‘Beyit’, ‘Dime’, ‘Deylem’, ‘Ayet’ vb. kavramlar ile adlandırılır. Cem ve muhabbet ortamlarında Yolumuz ile ilgili bilgi, görgü, usul, erkân ve diğer pratiklerin kuşaktan kuşağa aktarılmasında temel yapıyı teşkil eden deyiş ve nefeslerimizdir. Tarihin akışı ve zamanın döngüsü içerisinde, Alevi toplumunun yazı ile ilişkisi olsa dahi yaşamın, ibadetin, inancın ve yolun bilgisi daha çok sözlü aktarım üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle, deyiş ve nefesleri Alevi Bektaşi toplumunun çok güçlü bir arşivi ve aynı zamanda canlı belleği olarak nitelendirmek mümkündür. Bu arşiv ve canlı bellek Yolumuz ile ilgili bilgilerin en saf, temiz ve duru halini beyan eder. Bu saf olma hali o kadar büyük bir titizlik ve özenle korunmuştur ki, bir sonraki kuşaklara aktarılırken ehline, kâmil ve arif olana deyiş ve nefeslerin sözleri ayrıntılı bir şekilde anlatılmış ve sadık kalanlar sırrı faş etmeden ve esasları ile oynamadan bu büyük mirası günümüze kadar canları pahasına aktarabilmişlerdir. Örneğin, Nesimi, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Kalender Çelebi, Hamdullah Efendi, Güzide Ana, Virani, Şah Hatayi, Yemini, Edip Harabi,Şiri ve daha Yolumuzun nice ulu büyükleri…

Deyiş, nefes ve duazlar büyük oranda Cem ibadetlerinin yapıldığı, demlerin sürüldüğü anlarda söylenir. Cemin dışında muhabbet ortamlarında ise yine bilgi ve yorumların paylaşılması, meydanda sözün açılması, talip olan canların eğitilmesi, bilgi aktarımının gerçekleşmesi için seslendirilir. Tabi bütün bunlar için mekân hazırlanır, meydan kurulur ve düsturlar ile evvela meydan sonra söz ile muhabbet açılır. Ama burada zaman devre dışı bırakılır. Zamandan ile anlatmak istediğim düzgün doğrusal olarak bilinen ve algılanana ilişkindir çünkü Yolumuzda zaman döngüseldir.

Kimi zaman ebedi olan söz ezeli olana, ezeli olan söz ebedi olan ile bir kılınıp aynı anda buluşturulur. Hatta meydanda bulunanlar, söz aldıklarında bazen takılırken meydanda bulunan diğer canlar “Hak gelsin”, “eyvallah”, “bir dem al”, “bir dem verin” vb. ifadeler kullanırlar ki sözü söyleyen can rahat bir şekilde dile gelsin. Sözün içinde yara ve acı da olsa burada amaç toplumun kendini yeniden üretip hazır ve nazır bir şekilde var etmesidir. Çünkü Yolumuzun temel düstur ve ilkesi zahiri olanın şerrinden uzak kalıp, belaya maruz kalmamaktır. Bu nedenle bütün cemler, ritüel ve erkanlar zahiri alemden çok batıni alemle ilişkilendirilerek ve olabildiğince gizli bir şekilde yürütülmeye çalışılır.

Deyiş, nefes, miraçlama ve duazlar Cem’in içinde söylenirken aslında temel amaç ritüelin diğer bölümleri ile birlikte Kırklar Cemi’ne yaklaşmaktır. Kırklar Cemi bir yönü ile Alevi Bektaşi toplumunun ütopyasıdır. O andaki eşitlik olgusunu, otorite ve makamların öneminin olmadığını, paylaşımı, rızalık meydanı ya da rıza şehrini, çeşitli işaret ve simgeler ile vahdet-i vücut anlayışının anlatılması vb. öğeleri içerir. Bu nedenle cemlerde kimi zaman “Cemimiz Kırklar Cemi ola” ifadesi kullanılır. Böyle olduğu içindir ki Kırklar Cemi’nin anlatılmadığı sürek ya da yöre yoktur. Alevi Bektaşi inancı neredeyse bütün simge, şifre, kod ve temsiliyetlerini Kırklar Cemi’nden alır. Buradaki dil ve ifade biçimi çok katmanlı bir yapıyı içerir. Söyleyecek sözü hiçbir zaman tam açık, net ve duru bir şekilde ifade etmez. Söz meydana söylenir, arif olan anlar. Bu bakımdan Kırklar Cemi anlatımının dili tam anlamıyla bir simgeler şehrini andırır. Söz, işaret ve simgeler ile söylenir, arif olan anlar. Buna çok katmanlı iletişim dili de diyebiliriz.

Deyiş, nefes ve devriyeler düzgün- doğrusal/lineer bir zaman aralığı veya dilimini de ortadan kaldırır; ki yolumuzun temel esaslarından biri de budur. Bu nedenle anlatılan söylence ve menakıbnamelerde bile farklı zaman dilimlerinde yaşamış olmalarına rağmen kişiler aynı an ve mekânda buluşturulur ve konuşturulur. Ali, Musa, İsa, Davut, Yusuf, İbrahim, İdris peygamber ile buluşturulur ve konuşturulur. Bundan daha farklı olarak veliler ile birlikte olduğu anlatılır. Örneğin, Hacı Bektaş Veli bu coğrafyanın Ali’si olarak görülür. Rüyalar ve ayan olma, görünme, görme durumları da yine bu düzgün doğrusal zaman algısının ortadan kaldırılması ile ilgilidir. Bu olgu işlenirken tarihsel süreç içerisinde Alevi inancının izleri ve Alevilerin yaşamış olduğu bölge ve coğrafyalardan da söz edilir. Örneğin, Kenan eli/ili, Meşed, Horasan, Erdebil,Sind, Hind, Yemen, Kerbela, Necef, Amasya, Nil Deryası, Tur-i Sina, Bağdat, Şam, Ninova, Hacıbektaş, Yıldız Dağı, Kırklar Dağı, Fatma Ana veya Ana Fatma olarak adlandırılan birçok yer.

Deyiş, nefes ve devriyeler ‘dem bu dem’ ya da ‘anı daim’ denilen olguyu işler. Dem Farsçada soluk, nefes, içki, an, zaman, vakit, saat anlamlarını taşır. Döngüselliği ve çok katmanlılığı ifade eder. Dem aynı zamanda insan, hayat, varlık ve aşk da demektir. Buna örnek verecek olursak güzel yaşayan insanların ardında “Demi devranı güzel sürdü” denilir. Bir nevi anı daiminin anlarını yakalayarak yaşadı anlamına gelir. Böylelikle anı daim içinde tarihsel zaman bütünüyle devre dışı bırakılır. Bu döngüsellik ve dem bu dem hali çoğu zaman veliler aracılığı ile insanlara yeni ve başka olarak görünür. Tam da bu noktada ezeli yani öncesiz ve ebedidir yani sonrasızdır. Ve böylelikle aşık ile maşuk aynı anda ve aynı demde hemhal olur. Bu hemhal olmada arif ve kamil olan neşe ve gülümseme ile bakar. Artık görünen cemaldir, vasıl olunan sırdır ve bir olunan Hak’tır.

Deyiş, nefes, duaz-ı imam ve devriyeler yalnızca inanca, Yola, erkâna, öğretiye ilişkin olanı anlatmaz. Dünyevi olanı bir kenara koysa da kendi içinde yaşamın, canlılığın ve güzel olanın neşesini barındır. Çünkü burada edinilen amaç veya beklenilen murad ‘Hak ile Hak’ olmaktır. Yani aşık ile maşukun bir olması ve aralarında otorite, sınır ve hiyerarşinin olmamasıdır. Yolumuz tam da bu noktada ‘cennet de cehennem de, ödül ve ceza da bu dünyadadır.’ Eğer bunlardan kurtulmak istiyorsan Yola talip olacaksın, hizmet edeceksin, erkân kurup demi devranı süreceksin der. Bir başka ifade ile kişinin kendi içindeki kin, kibir, hırs ve tamahlardan kurtulup, özgürleşmesini işaret etmektedir.

Veliyettin H. ULUSOY
Serçeşme Dergisi 40. Sayı