Çağırdığınız kimse ise kavuşanınız o olur; kavuştuğunuz, gönlünüz ile vasıl olduğunuz, teslim-i rıza ile ikrar verdiğiniz, yolunu sürdüğünüz kim ise yetişeniniz o olur. Medet yetiş dediğiniz kimse gönlünüzün mihmanı odur. Biz Yol’dan alacaklı değiliz Yol da bizden istekli değildir ama aklımız ve gönlümüzü birleyip, Meydanı Ali’de haktır dediğimiz neyse o bizim ulumuzdur. Tam da bu nedenle Yol cümleden uludur. Uludur çünkü cümlenin kendisi Meydan-ı Ali’deki eşitliği, gönül birliğini ve her dem hakikatin binasını kurmada eksik ve noksan kalabilir. Bir başka ifade ile cümle terk-i şeriat eylemeden, marifet, velayet, ulûhiyet, hakikat ve tecelliyeti sırdan bilmez. Bilmediği içindir ki; düşer, şaşar ve kendisini zaman zaman Yol’un üstünde görür ve Yol’un bunu görmediğini sanır. Çünkü kendisini ten gözü ile Yol’un üstünde görür ama can gözü ve gönül gözünü görmez. Gelen ya da ‘mihman Ali’dir.’ Ali cümleye bunu söylemez, gelse dahi cümleye bunun sırrını faş etmez. Şayet tecelliyetin sırını faş ederse bu iş Ali’den çıkar ve adı başka başka, türlü çeşit ‘Ali’ler olur. Adı başka olur çünkü sır olan meydan, mekân ve hizmet eden canların muhabbeti eşikten öteye taşınırsa kurulan cemin ve sürülen demin, edilen muhabbetin bir anlamı kalmaz. Çünkü Yolumuzun bilgisi, tecrübesi, aktarımı eşikten içeri olan meydanda verilir. Verilen bu sırları muhabbet ehli olan, sır taşıyabilen, sırı sır edenler gönül deryasında, aşkın küresinde pişirip, sürülen demi devrana dönüştürürler. Eşikten öte sırrı faş edenler ise zaman içinde aşınırlar. Başka bir ifade ile meydana mihman olanlar sırrı faş eylediklerinde aşırı görünürlülükte evvela kendileri kaybolurlar. Oysa ki Yolu süren sırrı faş etmez, Hakk’a vasıl olan yaş gövdeye baltayı indirmez.
Gelenin ya da mihmanın Ali olup olmadığı mihmandarın marifetine kalmış çünkü terk-i şeriat eyleyen muhabbet kapısını açan da açtıranın da; mihmanın da mihmandarın da Ali olduğunu hem bilir hem de görür. Gelen mihman Ali ise vardan var edip, kara daşı yoğursa da da bir sofra kurar, ki; cümle canlar bilir: Ali’ye ‘keramet nedir’ diye sorulduğunda Ali: ‘Ya kamber bir sofra kur’ der. Bu sırra vasıl olanlar bilirler ki mihman olan Ali, Aliliği ile gelir ve sırrı ile gider. Terk-i şeriat eylememişlerin bildiği gitmelerden değil çünkü Ali her daim, her demde hem kavuşandır hem yetişendir. Cümle canlar O’nun bir anını zaman, mekân ve bedende birlediklerinde aklın başa sultan, yârinde gönülde mihman olduğunu görürler ve dahi ebedi döngünün sonsuzluğunda cümle cihan bir vücuttur. Birlikte var olmaktan öte birlikte bir vücut sayılırız. Şayet fark edersek bizler bu ummanda aynı zamanda kendi gönlümüzün de mihmanıyız. Pirimiz Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi: “Hararet nardadır sacda değildir/Keramet baştadır tacda değildir/Her ne arar isen kendinde ara/Kudüs’ te Mekke’ de Hac’ da değildir.”