Alevi toplumunun bugün içinde bulunduğu en önemli sorunlardan biri Aleviliğe, Alevilere, Alevi tarihi ve sorunların çözümüne ışık olabilecek yazılı eser, kaynak, arşiv, bilgi, belge ve dokümantasyon alanındaki nitelikli çalışmaların yetersiz olmasıdır. Bu niteliksel çalışmaların yetersizliği yanı sıra niceliksel yani sayısal olarak yapılan çalışmalar da oldukça azdır. Kuşkusuz ki yoksunluk ifade eden bu tablo hiç çalışma yapılmadığı anlamına da gelmiyor. Fakat yapılan bu tür çalışmaların düzenli bir şekilde dağıtılmaması, başta Alevi toplumu olmak üzere kamuoyuna yeterli düzeyde ulaştırılmaması; belirli merkezlerde toplanılmaması, arşivlenmemesi ve dokümantasyon oluşturulmaması Alevi toplumu için bir nevi zahiri manada “fakr” halidir.

Bu “fakr” halini bir vebal olarak tümden Alevi toplumuna yüklemek ya da Alevileri bir bütün olarak bundan sorumlu tutmak büyük haksızlık olur. Çünkü Alevi toplumu, tarih boyunca dönemin iktidarları, devletleri ve imparatorlukları tarafından süreklilik arz edecek şekilde “kafir”, “zındık”, “mülhid”, “sapkın”, “dinsiz”, “din düşmanı” vb. şekilde kategorize edilerek yok edilmiş, ortadan kaldırılmış, kitlesel kırımlar ile karşı karşıya bırakılmış ve yerinden yurdundan birçok defa sürülmüştür. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Alevi uluları, pirleri, mürşitleri, anaları, aşıkları, zakirleri; belki de şöyle bir ifade daha kapsayıcı olacak: Yol’a hizmet eden bütün taliplerin canları pahasına Yol aşkı ile Aleviliğe ve Alevilere ait bazı e serleri günümüze değil de yakın geçmişimize kadar aktarabilmeyi başarmışlardır. Bu anlamda tenimiz, bedenimiz, varlığımız bize ait olsa da canımız, erkânımız, süreğimiz, inancımız olan Hak Muhammed Ali Yolu’nu büyük bir aşk ile canla, başla sürdürmeye çalışanlara borçluyuz.

Bugün, hem Hak Muhammed Ali Yolu’nu canları pahasına yaşayarak bizlere aktaran gelmiş, konmuş, göçmüş bütün Yol taliplerine hem de gelecek kuşaklarımıza karşı bir bütün olarak görev, ödev ve sorumluluğumuz vardır. Geçmişimize karşı ne yaparsak yapalım hakkını ödeyemeyiz fakat yaşayarak, canları pahasına bize aktarmış oldukları inancımızı gelecek kuşaklara aktarmamız imkânsız değildir. Gerek yazın ve gerekse sözün dile geldiği dünyada genel ama geçersiz olan şikâyet: “Biz Aleviler’in yazılı kaynakları yok, sözlü kültürden geliyoruz, tarihimizi bilmiyoruz” vb. bütün dünya toplumları tarihin belli aşamalarından önce sözlü kültür kendilerini bir sonraki kuşaklara aktarmışlardır. Bu anlamda önce söz vardı ve söz olmasaydı yazı da olmazdı. Yazıyı, yazı yapan sözdür. Dolayısı ile “Sözlü kültürden geliyoruz” şikâyeti, bahanesi artık anlamını yitirmiş ve geçersiz bir savunma mekanizmasıdır.
Bugün, bütün sorunların çözümü olmasa da, her derdin dermanı olmasa da elimizde bir imkân olarak Serçeşme Dergimiz bulunmaktadır. Bilgi kaynağı, belge, döküman ve arşiv oluşturması bakımından ve bilginin topluma aktarılması yönünde hepimize bir olanak sunmaktadır. Bizden sonraki kuşakların “biz sözlü kültürden geliyoruz, yazılı kaynaklarımız yetersiz” şikâyetini ortadan kaldırmak bizim ödev ve sorumluluğumuzdur, aynı zamanda boynumuzun borcudur. Çünkü bugün parçalı da olsa yazı yerine söz ile meramımızı anlatabiliyoruz ama sözü yazı ile aktarmazsak yarına ne söz kalır ne de yazı olur.

Veliyettin H. ULUSOY
Serçeşme Dergisi 37. Sayı